Johann Christoph Friedrich von Schiller (d. 10 Kasım 1759, Marbach am Neckar - ö. 9 Mayıs 1805, Weimar), 1802 yılında soyluluk unvanı almış bir şair, filozof, tarihçi ve en önemli Alman dram yazarıdır. Yazdığı çoğu tiyatro eseri Alman tiyatrosunda başyapıt niteliğindedir. Schiller doğa tasvirli şiirlerin şairi olarak da gayet başarılı olmuştur, ancak asıl alanı düşünsel/didaktik şiirdir, çoğu yazara ilham olmuştur ve dramatik şiirleri en sevilen Alman balatları arasındadır.
Schiller; Wieland, Herder ve Goethe ile Weimar Klasiğinin en önemli dört yazarından biridir.
Friedrich Schiller; memur ve cerrah olan Johann Caspar Schiller ve Elisabeth Dorothea Schiller’in ikinci çocuğu olarak Marbach am Neckar’da dünyaya geldi. Schiller 5 kız kardeşinin arasındaki tek erkek çocuktu. Babasının reklâm memuru olması dolayısıyla ailesi 1763’te Lorch’a taşınmak zorunda kaldı. Kısa bir süre sonra 1766’da kız kardeşi Luise’nin doğmasıyla ailesi Ludwigsburg’a taşındı. Aynı yıl Schiller orada Latin okuluna başladı. Daha o zamanlardan “Absalon” ve “Hıristiyanlar” adlı tiyatro oyunlarını kaleme almaya başlamıştı.
Ailesinin baskıları ve istekleri üzerine Schiller 1773 yılında Karlsschule askerî akademisine gitmek zorunda kaldı. Sonraları hukuk eğitimi almaya başladı. Yatılı öğrenciler sıkı bir şekilde askerî eğitim alıyorlardı ve Schiller 2 defa katı bir şekilde cezalandırıldı.
Akademi 1775 yılında Solidute şatosundan Stuttgart’ın içine taşındı. Schiller eğitim aldığı bölümü değiştirerek, tıp bölümüne geçiş yaptı. Bu süre zarfında coşkucu şairlerin eserleri ve Klopstock’un şiirleri Schiller’in ilgisini çekti. Aynı yıl içinde Schiller “Der Student von Nassau” dramını kaleme aldı. 1776 yılında ilk defa “Der Abend” şiiri basıldı. Schiller Plutarch‘ın, Shakespeare‘in, Voltaire‘in, Rousseau‘nun ve Goethe’nin eserlerini inceledi. Ayrıca 1776 yılında özgürlükçü tiyatro eseri “Haydutlar”ı yazmaya başladı. 1779 yılında ilk tıp sınavını verdi ve askeri tıptan istifasını istedi. Fakat bu ancak 1780 yılında yaptığı “İnsanın vahşi doğası ve ruhu ile ilişkisi üzerine deney” adlı doktora tezini bitirmesine kadar sürdü.
1781 yılında Schiller tiyatro eseri Haydutlar(Die Räuber)'ı bitirdi ve isimsiz olarak yayımladı. “Die Räuber”, Schiller’in kaleme aldığı en önemli drama eseridir. İlk olarak sahne eseri olarak tasarlanmamış olan eser, 5 perdede ve her perde 2 ya da 5 sahneye bölünerek sunuldu. “Sturm und Drang” döneminin ruhunu taşıyan eserin prömiyeri, 13 Ocak 1782 tarihinde, yayımcısının adıyla, Manheim Tiyatrosu'nda, Wolfgang Heribert von Dalbergs yönetiminde yapıldı. Özellikle bu eserden etkilenen genç kitlede coşku daha fazlaydı. Kraliyetin yasaklamasına rağmen Schiller arkadaşı Andreas Streicher ile prömiyerde yer aldı. Bu yüzden dük Karl Eugen itaatsiz şairi 14 günlüğüne cezaevine attı ve bu eserin devamını, komedileri ve buna benzer şeyleri yazmasını yasakladı. Özgür ruha sahip gençler ileriki zamanlarda çok sayıda “Haydutlar Çetesi” oluşturdu.
19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar haydut çeteleri ve kanunsuzlar Almanya’da alışıldık bir durum değildi. Edebiyat tarihçilerine göre, bu eser en ünlü çete elebaşı Nikol List’in oluşmasında büyük rol oynamıştır.
Bu eserin asıl çıkma noktası Karl ve Franz Moor kardeşleri arasında var olan çatışmadır. Bir tarafta entelektüel, özgürlüğü seven ve babası tarafından çok sevilen Haydut Karl, öteki tarafta ise duygusuz, menfaatçi, sevgi yoksunluğundan acı çeken, Karl’ı kıskanan ve babasının mirasına konmak isteyen Franz.
Schiller’in bu eserinde sunduğu ana fikir kanun ve özgürlük arasındaki çatışmanın tasavvurudur. Ayrıca eserin konusu “Amaç araçları meşru kılar!” atasözünün de aksini iddia etmektedir.
Giuseppe Verdi’nin aynı isimli opera eseri, Schiller’in dramına dayanır.
22 Eylül’ü 23’e bağlayan gecede Schiller, arkadaşı Andreas Streicher ile Stuttgart’tan kaçtı ve yeniden Mannheim’a -yeni dramı “Fiesco’nun Genua’ya Yemini”ni yazacağı yere- gitti. Bunun ardından Frankfurt, Oggersheim ve Bauerbach (Türingiya) seyahatlerine çıktı. Schiller’in arkadaşı Streicher “1782’den 1785’e kadar Schiller’in Stuttgart’tan kaçışı ve Mannheim’a ikameti” adlı kitabında kaçışı anlattı. 1782 yılında çoğu Schiller’e ait olan “1782 yılı antolojisi” kitabı basıldı.
Schiller 1782 yılında okul arkadaşı Wilhelm von Wolzogen aracılığıyla aralık ayında arkadaşının annesi Henriette von Wolzogen’in yanına sığındı. Yakında bulunan başkent Meiningen’de düklerin evindeki saray kütüphanesine ziyaretlerinde Schiller, ileride kız kardeşiyle de evlenecek olan kütüphaneciyle tanıştı. Bauerbach’ta “Luise Millerin” eserini bitirdi ve Don Karlos’u yazmaya başladı. Tiyatro müdürü Dalberg’in davetiyle 1783 yılında Mannheim’a geri döndü ve temmuz ayında tiyatro yazarı olarak işe başladı. Fakat orada 1783 yılının eylül ayında, o zamanlar Ren Nehri civarında çok yaygın olan sıtma hastalığına yakalandı. Mannheim’da Charlotte von Kalb ile tanıştı. 1784 yılının ocak ayında “Fiesco”, nisan ayında “Luise Millerin”in adları; August Wilhelm Iffland tarafından “Hile ve Aşk” olarak değiştirildi ve sahnelendi. Bir yıl sonra Dalberg, Schiller’in düşüş göstermesine neden oldu ve sözleşmesini uzatmadı, bu da Schiller’in borçlular hapishanesine düşmesinde büyük rol oynadı.
1785 yılında Schiller, para sıkıntısında ona yardım etmiş olan Christian Gottfried Körner’in yanına, Leipzig’e gitti. 1812’den 1816 yılına kadar, Schiller’in eserlerinin basılması için bütün masraflarını karşılayan Körner’le tanışmaları, 1784 yılında imzasız bir mektup yüzünden oldu. Körner ve onun arkadaşı Ludwig Ferdinand Huber, Leipzigli demir zanaatçısı Johann Michael Stock’un kız kardeşleri Minna ve Dora Stock ile etik olmayan bir ilişki içerisindeydiler, bu da burjuva sınıfı otoriteleri tarafından eleştirilmekteydi. Bu yüzden, Schiller onların bu durumlarını “Hile ve Aşk” dramında canlandırdı ve bu çift Schiller’e yazdıkları mektupta sonsuz saygılarını ifade ettiler. Schiller yaklaşık 6 ay sonra bu mektuba karşılık olarak: “Bu mektubu, kalbimin en derin üzüntülü hâliyle gönderiyorum.” (7 Aralık 1784) diye bildirmiştir. 7 Ağustos 1785 yılında Christian Gottfried Körner küçük kız Minna ile evlendi.
Körner’e yazdığı bir mektupta Schiller, Johann Christoph Bode’nin onu farmason yapmak istediğini yazdı. Kendisi de farmason olan Körner, sadece masona güç kazandırmak istedikleri için Schiller’in farmason olmamasını istedi. 1785 yılının yaz ve sonbahar aylarında bugünkü Gohlis semtinin bulunduğu bir köyde, sonraki tarihte ise Körner’in Dresden-Löschwitz’teki bağ evinde Körner’in ricası üzerine ünlü Ode an die Freude (Beethoven’in 9. senfonisinin bestesi) adlı eseri ve aynı zamanda mason locasında yemekte okunmak üzere “Üç kılıca dair” (Zu den drei Schwertern) adlı eser yazılmıştır.
1786 yılında, Thalia dergisinin 2. baskısında “Verbrecher aus Infamie. Eine wahre Geschichte“ öyküleri yayınlandı. Sonradan bu öyküler “Onursuz Suçlu” adı altında yeniden basıldı. Schiller 17 Nisan’dan 21 Mayıs’a kadar Dresden yakınlarında Tharandt’ta yaşadı ve Gasthof zum Hirsch’te (günümüzde: „Schillereck“ olarak biliniyor) “Don Karlos“ adlı eserini tamamladı. 21 Temmuz 1787 yılında Schiller Weimar’a gitti. Orada Herder, Wieland ve Kant felsefesini benimseyen ilk kişi olarak Carl Leonhard Reinhold ile tanıştı ve Schiller’i de Kant çalışmalarına, söz konusu düşünürün Berlin Aylık Dergisinde (Berliner Monatsschrift) çıkan yazıları ile başlaması konusunda ikna etmiştir. Rudolstadt’a yaptığı bir gezi sırasında tanıştığı Charlotte von Lengefeld ve onun kardeşi Caroline von Wolzogen Schiller’in dergisinde, Schiller’e ithafen Agnes von Lilien romanını yayınladı.
Aynı yıl, Don Karlos dramı yayınlandı ve hemen sahnelendi. 1788 yılında Goethe İtalya gezisinden döndükten sonra, bu iki yazar 7 Eylül’de Rudolstad’ta Lengefeld ailesinin bahçesinde ilk defa karşılaştılar ve o zamana kadar daha birbirlerini hiç etkilememişlerdi.
Schiller, “Birleşik Hollanda’nın, İspanya Hükümeti’nden Ayrılışının Tarihi” çalışmasının ilk ve tek cildini ve “Don Karlos’a” 12 mektubunu bitirdi.
Don Karlos’un onuncu mektubunda Schiller, ne mason ne de farmason olduğunu yazdı. Schiller’in torununun torunu ise, Schiller’i “Ayaktaki Aslan Günther” adlı mason locasına tanıtan kişinin Wilhelm Heinrich Karl von Gleichen-Rußwurm olduğunu belirtmiştir. 1794 yılında Johann Gottlieb Fichte de Schiller’e ortak oldu. 1829 yılında Rudolstadtlı iki farmason en sonunda Schiller’in de farmason olacağı süreçte onu locanın yıkılması adına şikâyet ettiler. Schiller’in ortaklık belgeleri oysaki hiç bulunmadı.
İdeallerine aykırı olmasına rağmen 1789 yılında Schiller, Jena’da profesörlüğü kabul etti ve filozof olmasına rağmen tarih eğitimi vermeye başladı. Bu yeteneğini özellikle, “Birleşik Hollanda’nın çöküş tarihi” eserinde gösterdi. “Haydutlar” sayesinde çok sevilen yazar, Jena’daki yaşam koşulları haberleri heyecanının coşmasına neden oldu. “Dünya tarihi nedir ve ne amaçla okutulur?” adlı ilk dersi amfinin taşmasına neden oldu ve daha sonra daha büyük bir amfiye taşınmak zorunda kalındı. Bundan dolayı bütün şehir ayaklandı.
Aynı yıl Schiller’in “Ruhların Tanığı” romanı basıldı ve yazar Wilhelm von Humboldt ile dostluk kurmaya başladı. 22 Şubat 1790 yılında Charlotte von Lengefeld ile kendisi tarafından sonradan Jena Schillerkirche olarak adlandırılan kilisede evlendi. Nikâhı kıyan papaz, felsefe profesörü Carl Christian Erhard Schmid, Schiller’in meslektaşıydı. Kız kardeşleri Christophine ve Schwager Reinwald’i Meinigen’de ziyareti sırasında Dük 1. Georg, sarayın bir bölümünü Schiller’e kiraladı. Schiller 1791 yılında ölümcül bir hastalığa yakalandı. 3 Ocak’ta çökmeye başladı, şiddetli öksürük ve zaman zaman baygınlık da baş gösterdi. İki ay sonra, hatta Mayıs ayında yeni hastalıklar takip etti. Schiller muhtemelen onu hayatı boyunca hiç bırakmayacak olan tüberküloza maruz kalmıştı. Aynı yılın Aralık ayında Schiller’in dostları Ernst Heinrich Graf von Schimmelmann ve Friedrich Christian von Augustenburg Schiller’i maddi yükten kurtarmak için yıllık 3000 marktan 5 yıl boyunca emeklilik ödemesi yaptılar. 1792 yılında Haydutlar sayesinde Friedrich Gottlieb Klopstock, Johann Heinrich Campe, Johann Heinrich Pestalozzi, George Washington ve Tadeusz Kościuszko Fransız Cumhuriyeti fahri vatandaşlığına kabul edildiler.
Fransız devrimine tamamen iyi bir niyetle karşı çıktı, özgürlüğün hızlı değişimini ve Jakobenlerin insanlığı hor gören terörlerini önceden tahmin etti. Fransız devrimcilerin teröründen ve idamlardan üzülerek nefret etti.
Aynı yıl 30 Yıl Savaşı, Neue Thalia ve Trajik Sanat Üzerine eserlerini tamamladı.
1793 yılında Güzellik ve Heybet Üzerine eserini bitirdi ve Ludwigsburg’daki ailesini ziyaret etti. 14 Eylül’de ilk çocuğu Karl Friedrich Ludwig dünyaya geldi. 1794 yılında yayımcı Friedrich Cotta ile tanıştı ve Horen ve Musenalmanach aylık dergilerinin basılması gerektiğini belirtti.
Goethe, Schiller’e Horen dergisine ortak olmasını önerdi ve bu olayın ardından aralarında arkadaşça bir mektup alışverişi başladı. 1794 yılının Eylül ayında Schiller, Goethe’nin evinde 2 hafta geçirdi. Bu da onun gündelik yaşamına kötü bir etki yaratmaya başladı, öğleden sonralarına kadar uyuyor, geceleri çalışıyordu. Schiller’in gelenekçi biri olmasından dolayı, Goethe ve onun hayat arkadaşı Christiane Vulpius, aralarındaki “nikâhsız evliliği” örtbas etmeye çalıştılar, fakat bu saklambaç oyunu Goethe’nin evinde alışılmadık emek israfına neden oldu. Christiane ve onun 5 yaşındaki oğlu August aynı evde görünmez olmuşlardı. Schiller, Goethe’nin ilişkisini Mademoiselle Vulpius, yani Goethe’nin “tek kusuru” olarak niteledi ve bir mektupta Goethe’ye “evcil huzur hakkında yanlış bir kavrayışa sahip” olduğu yönünde eleştiri getirdi.
Goethe de buna cevap olarak “Seramonisiz Evlilik” diye betimledi ilişkilerini. Öbür yandan Schiller’in iskambil oyunları ve tütüne olan düşkünlüğü Goethe’yi artık rahatsız etmeye başlamıştı.
1795 yılında aylık dergi Horen ilk sayısını çıkardı. Ayrıca Schiller, “Doğal ve Duygulu Şiir Üzerine” araştırmasını tamamladı. O zamanın en ünlü yazarları ve filozofları da bu dergiye katılmaya başladılar. Bunlardan bazıları şu yazarlardır: Herder, Fichte, August Wilhelm Schlegel, Wilhelm ve Alexander von Humboldt, Johann Heinrich Voß ve Friedrich Hölderlin. 1796 yılında babası ve kız kardeşi Nanette hayatlarını kaybettiler. Aynı yıl ikinci oğlu Ernst Friedrich Wilhelm doğdu. 1796 yılından 1800 yılına kadar, edebiyat dergisi Musenalmanach’ı yayımladı ve bu dergide de Goethe, Herder, Tieck, Hölderlin ve August Wilhelm Schlegel’le beraber çalıştı. 1797 yılında Mussenalmanach dergisinde Goethe ve Schiller „hiciv“ bölümü düzenlediler ve orada birlikte edebiyattaki uygunsuzluklarla alay ettiler (“Xenien”).
1797 yılı “Dramatik Masal” yılı olarak adlandırıldı ve Schiller aynı yıl “Dalgıç, Eldiven, Polikrates’in Yüzüğü, Eisenhammer’a Yolculuk, Ibikus’un Turnası” masallarını bitirdi.
1798 yılında ise “Şehir Halkı” ve “Ejderhalarla Savaş” masallarını bitirdi. Aynı yıl Fransa tarafından verilen Fahri Vatandaşlık belgeleri en sonunda Schiller’e teslim edildi.
Schiller’in 11 Ekim 1799 yılında kızı Caroline Henriette Luise doğdu. 3 Aralık’ta ailesiyle birlikte Weimar’a taşındı ve orada 16 Kasım 1802 yılında soyluluk unvanını alarak şimdiki adıyla Friedrich von Schiller olarak adlandırıldı. Aynı yıl annesi yaşamını yitirdi.
1799 yılında “Wallenstein”ı, ayrıca “Çanın Şarkısı”nı da bitirdi. 1800 yılında “Maria Stuart”ı tamamladı, 1801‘de “Orléans Bakiresi”ni ve “Yeni Yüz Yılın Başlangıcı” adlı şiiri yazdı. 1803’te “Messinalı Gelin” çalışmasını bitirdi. 12 Şubat 1804’te “Wilhelm Tell”i tamamladı ve ardından, sonunda tamamlayamayacağı “Demetrius”u yazmaya başladı. 1804’te kızı Emilie Friederike Henriette doğdu. Bundan sonra hastalığı daha da ağırlaşmaya başladı.
Bir gazete Schiller’in ölümünden birkaç ay önce, öldüğü yalan haberini yayımladı. 1805’in Şubat ayında hastalığı daha da ağırlaşmaya başladı ve 1 Mayıs’ta Goethe ile son defa tiyatro yolunda buluştular. Ölümünden kısa bir süre önce Schiller, Jean Racine’nin klasik trajedisi “Phédre“”nin (1677) çevirisini tamamladı.
Schiller 9 Mayıs’ta tüberküloz teşhisiyle akciğer iltihaplanması yüzünden Weimar’da hayatını kaybetti. Otopsi raporuna göre Schiller’in sol akciğer kanadı tamamen tahrip olmuştu. Böbrekleri de iflas etmişti. Kalp kasları küçülmüştü ve dalak ve safra kesesi kötü bir biçimde büyümüştü.
Ardından Schiller Jacobsfriedhof Weimar’a gömüldü. Ancak gerçek mezarının yeri ile ilgili yoğun bir tartışma ile birlikte 1826 yılında mezarı açılıp kontrol edilmesiyle, orada gömülü olanın Schiller olmadığı yönünde karar verildi. Bu araştırmaların devamında bulunan mezarı, düşes Anna Amalia Kütüphanesinin bahçesine getirildi. 1826 yılının sonbaharında Goethe oradan, kafatasını ödünç aldı. Bunu sadece Wilhelm von Humboldt biliyordu. Goethe, Schiller’in kafatasına bakıp “Schiller’in Kafatasını İncelerken” şiirini yazmıştı. Kemikleri 16 Aralık 1827 yılında Weimar mezarlığına götürüldü, ardından Goethe öldükten sonra, o da aynı mezarlığa gömüldü.
Schiller; sarayın sinik, soğuk dünyasını betimlemek için muazzam, coşkulu ve abartılı bir üslup kullanır. Saray yaşamının boş konuşmalarını ve eğilimlerinin muazzam dış görünüşünün maskesini düşürmek için Fransızca paragraflara başvurmuştur yazar. Başkanın konuşması kusursuz, çıkarcı, buyurgan bir küstahlıktadır. “Senin alçaklığını, ince bir ayna galerisinden bakarcasına sürekli kontrol edeceğim.” Sekreter Wurm, Başkanın bir benzeri gibi hareket eder. Mareşal Kalb’in ifade tarzı, Bayan Miller’inkine benzer bir şekilde algılanabilir. Kalb aptalca, doğal olmayan ve yapmacık bir tarzda konuşur ayrıca bazı kelimeleri yanlış kullanır: “…bütüncül bir maharetle ben eve - kıyafet değişimi- ve iade - ne buyurursunuz buna?” Schiller sarayın doğal olmayan konuşmalarını doğrudan yazar, bazen de Miller çiftinin kaba konuşmasına yer verir. Miller basit bir kişiymiş gibi karakterize edilmiştir. Buna karşın aşıkların (Ferdinand, Luise, Milford) dili tam bir ara dildir, sadece insanlık dolu ifadelere, tüm yalınlığı ile içten bir söylem birliğine rastlanmaktadır.
1791 yılından itibaren Schiller’in düşünce dünyasında Kant’ın felsefesi önemli bir yer tutmaya başlamakta; yazar yoğun olarak büyük filozofun eserlerini irdelemeye başlamıştır. Bu okumalar Schiller’in kendi estetik ve ahlak anlayışının belirginleşmesine yol açan bir öğrenme ve olgunlaşma dönemi olarak da kabul edilebilir.
Yargılama gücünün eleştirisi adlı eserinde Kant güzelliği özneye etkisi bakımından açıklamaya çalışarak iki ayrı “beğeni” biçimini belirlemiştir. Beğeni öncelikle “menfaatsiz” idi, başka bir deyişle güzel nesnenin varlığına yönelik düşünceden kaynaklanmamaktaydı, ikinci tür olarak da beğeni, güzel nesnenin, herhangi yararcı -örneğin nesnenin kullanımı bakımından- bir kasıt içermeksizin içsel makuliyetine bağlıydı. Bu anlamda “özgür beğeni yargısı” Kant’a göre alımlayıcının bir emeği sonucu sayılmalıydı. Schiller de bu anlamda Kant’ın bu “kasıtsız güzellik” kavramından etkilenerek, ancak aynı zamanda onun “makuliyet”ine karşı bir itirazla kendi beğeni ve estetik anlayışını oluşturmuştur. Buna göre Schiller’de özneye etkisi bakımdan güzelliğin tanımı yetersiz kalmakta; “nesnel güzellik”ten de uzak durulması gerektiği fikri ön plana çıkmaktadır. Schiller’e göre insan (dolayısıyla özne) pekala “güzele yönelik eğilim” (Neigung) besleyebilir, bu durum güzelliği güzel olmaktan çıkarmamalıdır. En belirgin haliyle sanat güzelliği biçiminde ortaya çıktığı iddiası ile Schiller Kant’a karşı kendi estetik anlayışını ondan sonraki iki yıl boyunca belirginleştirmeye başlamıştır. Bu çalışmaların sonunda Schiller’in şu ünlü tanımı ortaya çıkmışıtr: güzellik, görünüre kavuşan özgürlüktür. Bu aynı zamanda, Kant’ın mutlak güzel tanımından bir uzaklaşma anlamını içeren bir düşüncedir, kısacası: Schiller Kant’a karşıt olarak platonik (ideal) güzelliği değil, görselleşen, cisimleşen ve böylelikle öznelerin üzerinde etkiye kavuşan güzelliği estetik anlayışının merkezine yerleştirmiştir. Kant ile Schiller arasındaki ilişkiyi somutlaştırabilmek için, çoğu zaman yine sıkça alıntılanan şu düşünceye atıfta bulunulmuştur: “Severek dostlarıma yardımcı oluyorum; ancak bunu eğilimle yaptığımdan dolayı canım sıkılır.” Buradaki düşüncede, Kant’ın felsefesindeki gibi öznel istenç veya eğilim olmaksızın bir insanın iyiliği ve güzelliği yeğlemesi gerektiği yönündeki temel gerekçelendirmeye karşı bir çıkış dile gelmektedir. Bütün bunlara rağmen Schiller, Kant’ı bir rakip veya karşıt olarak görmemiştir; daha ziyade “yanlış anlamalara” işaret ederek onunla bir tür bağlılık içinde olduğunu belirtmiştir. “İstenç” ve “görev” kavramları arasındaki Kant’a özgü ayrımı Schiller’de görmek olanaklı değildir, fakat, yukarıdaki alıntı da Kant’ın ahlak felsefesine karşı kesin ve ciddi bir eleştiri olarak da anlaşılmamalıdır.1
Schiller’in eserleri sadece Almanya’da değil, ayrıca Avrupa’nın birçok ülkesinde coşkuyla karşılanmıştır. Örneğin; hala birleşmemiş ve zalim İtalya’da hatta Rusya Çarlığı’nda bile. Kimi Schiller’i özgürlüğün şairi olarak, kimileri de halkın medeniyetinin savunucusu olarak görmüştür. Dizelerinde ve tiyatro eserlerindeki diyalogların muazzam dil yapısındaki sadelik sayısız özdeyişin oluşmasına neden olmuştur. 1859 yılı Schiller’in doğumunun
Alman burjuvazisinin Schiller’in eserleriyle 19. yüzyılda ve hatta 20. Yüzyılın başlarında gitgide daha da somutlaşan bir ilişkisi vardır. Eğitim reformcuları Schiller’i okul kitaplarına aldıkları ve “Kültürel Kapital”in ana maddesi olarak kullandıkları için hep ezberde kalmıştır. Alman işçi hareketinde ve işçi eğitim derneğinde çok değerli bir özgürlük şairi olmuştur.
Naziler iktidara gelişleriyle beraber hemen Schiller’i kendi görüşleri doğrultusunda “Alman Şair” olarak sömürüp kullanmaya kalkışmışlardır. 1941 yılında Wilhelm Tell’in gösterimi Hitler’in emriyle yasaklanır, ayrıca Don Karlos artık gösterilmez.
Almanya’da Schiller’in ideolojik bütünleşmesi için uğraşılır. O dönemlerde “ilerici halk hareketi” komünizme hazırlık olarak adlandırılır. 1959 yılında Schiller’in 200. doğum yılı dolayısıyla büyük gösteriler yapılır. Daha sonraları özgürlükçü tiyatro eseri Don Karlos bir daha gösterilmez.
Thomas Mann’nın ölümünden kısa bir süre önce 1955 yılında Almanya’nın bölünmüş iki tarafına yaptığı “Schiller üzerine deneme-Yazarın 150. Ölüm yıldönümü“ konuşması Schiller’e yaptığı ilanı aşk ve aynı zamanda son iki savaşta görünürde hiçbir şey öğrenmemiş Almanlara yaptığı bir çağrı niteliğindedir. Ayrıca Almanya Kültür bakanı Johannes R. Becher yazarın 150. ölüm yıldönümü dolayısıyla bir konuşma yapmıştır.
2005 Schiller Yılında, Schiller’in eserlerinin tıpkı eskisi gibi kıymetinin bilindiği aşikârdır. Schiller’in yarattığı edebiyat bilimi yeni bir canlanmaya vesile oldu ve kitleler yıldönümünü en önemli gün olarak ilan edilmiştir. Resmî törenlerde metinleri okunur ve halkta tamamen coşku uyandırmak istenir. Orijinalleri artık eskisi gibi yeterince ünlü değildir. Artık Schiller’i tiyatro eserlerinde ya da diğer eserlerinde ezbere okuyacak çok fazla kişi kalmaz.
Bu edebiyat sosyolojisi açısından ilginç bir durumdur. Eugen Rosenstock-Huessey, 130 yıllık bir süre içinde yeni bir neslin hafızasından geniş kültür birikimlerinin tamamen silinip kaybolabileceğine işaret etmiştir. Buna karşın bugün (2007) hala Alman öncü aydın kesimin bir bölümü için Schiller’in eserleri hala şaşırtıcı derecede aşinadır. En azından Schiller’in dönemindeki çağdaşların, o döneme aynı mesafede duran ve unutulmuş olan Barok edebiyatı ve otuz yıl savaşları öncesi edebiyata yakınlığından daha yakın ve aşinadır.
Sturm und Drang döneminin en önemli eserlerinden biri olan Haydutlar, Aristoteles’in Trajedi’nin Kuralları gibi edebiyat normlarına ve kurallarına karşı bir başkaldırıdır. Bu sadece Aristoteles’i kapsamamakta; ayrıca Fransız Klasiğinin yorumlarını da içermektedir. Paris’te de aynı Schiller’in Haydutlar eseri gibi bu yolda emek sarf edilmişti. Tiyatro eseri trajedinin kurallarına bağlılığı açısından incelendiğinde şunlar görülür:
Drama 18. yüzyılın ortalarında oynanırdı. Eserin gösterimde olması aşağı yukarı 2 sene sürdü. Bu Aristoteles’ten sonra Klasik Trajedi için ortaya konulan kuralların tam aksidir. Olay önce Moor Şato’sunda; ileriki aşamalarda ise Saksonya sınırında bir meyhanede ya da Tuna nehri boyunca Bohem ormanlarında geçmekte.
Aristoteles’in üç birlik kuralı dışında bir sıra daha kural vardır. İlk izlenimde Schiller, Aristoteles tarafından gözlemlenen olay koşullarına uymuş; bu kuralları hiçe saymamıştır. Çünkü eserin kahramanı Karl ve kardeşi Franz Kont Maximilian Moor’un çocuklarıdır ve bundan dolayı soyludurlar. Hatta Karl’ın sevgilisi de asildir. Schiller’in Hile ve Aşk eseri gibi bir sınıflar arası aşktan hiçbir zaman bahsedilemez. Ayrıca Karl Moor bir haydut çetesi kurma düşüncesiyle entrikacı kardeşinden, babasından ve böylece toplumsal statüsünden vazgeçer. Buna göre Schiller Klasik Trajedinin kurallarını yıkmıştır.
Fransız üslubunun 17. yüzyıldaki geleneğinde olduğu gibi kahramanların dili yüksek manzume dilinde yazılmamıştır; ayrıca tüm metnin nesir biçimi sınırları içinde tutulmuştur. Bu manzume diline göre daha „alt“ bir düzeye işaret etmektedir. Çeşitli monolog veya diyalog yerlerindeki, iç çelişkilerle dolu birim ve bölümler de kahrmanların çatışkılı ruh hallerine bir işaret niteliğindedir. Sturm und Drang döneminde yazılmayan eserlerle kıyaslanınca cinayet ve ölüm sahnelerini doğrudan sahneye taşımaktadır, bu da Aristoteles’ci ve Fransız geleneğine aykırı bir durum olarak değerlendirilmelidir. Örneğin Karl Moor nişanlısını, onun isteği üzerine sahne üzerinde öldürür. Bu ve buna benzer birçok örnekten yola çıkarak denebilir ki, Schiller, dramların klasik (Aristotelesci) kuralcı normların çoğunu kırmıştır.
Dramatik tiyatro eseri “Haydutlar”, Schubart’ın deyimi ile “İnsan yüreğinin hikâyesine katılacak bir hikâye” olarak 5 perdeden oluşur. Bu perdelerin her biri 2 ile 5 sahne arasında değişir. Schiller bu eseri bulunduğu çağın, yani Sturm und Drang’ın (coşumculuğun) duygusal diline göre dramatize etmiştir. Coşkulu anlatım ve kabalık arasında dalgalanan düzyazısı, sayısız biçemsel araçla (vurgu, yazılı-sözlü üslup, ünlem, anlam uyuşmazlığı, benzerlik, iki isimli ifade tarzı, retorik sorular, alay, eğretileme) eserin tutkulu gücünü oluşturur.
Maximilian von Moor, Franz ve Karl’ın babasıdır. Doğasında nefret olan Franz çocukluğunda çok ihmal edilir ve ikinci çocuk olmasından dolayı hep arka plana atılır. Bunun aksine Karl; babasının en sevdiği oğlu, Liebzig’te özensiz, savurgan bir öğrencilik yaşar ve babasına isteklerini ifade edeceği mektubu yazmadan önce suçlara bulaşır.
Burada trajedinin eylemi görülür. Kıskanç Franz kardeşinin mektubunu başka bir mektupla değiştirir. Babasına Leipzig’teki bir muhabirin sanki yazdığı ve Karl’ın tecavüzcü, katil ve haydut olduğu bir metni okur. Franz’ın, kendisini, yani kardeşi Karl’ı sürmek ve mirastan alıkoymaya çalışmak için kandırdığını düşünen babası korkmaya başlar.
Karl’ın lideri olduğu çetenin içinde zaman zaman gerginlikler oluşur; bunlar çoğu zaman tecavüzcü ve katil olan Moritz Spiegelberg yüzünden ortaya çıkar. Karl haksızlık ve iktidar yüzünden kendisini gitgide soylu yaşamdan daha da uzaklaştıracak bir çıkmaza girer ve çetesindeki diğer arkadaşlarına sonsuz sadakat yemini verir. Ne zaman ki suçsuz biri onun için yaşamını yitirir ve sevdiği Amalia’yı hatırlarsa, babasının evine tekrar dönmeyi kafasına koyar.
Bu arada Franz babasının yüreğini entrika bir yalanla yaralar ve Moor Şatosunun yeni sahibi olmayı başarır. Güç delisi ve azgın Franz, Amalia’yı kazanmak için defalarca uğraşır. Her şeye rağmen Amalia küstah arzulara karşı çıkar ve nişanlısına bağlı kalır. Karl kılık değiştirerek şatoya girer, çöküşünün nedenini anlar ve Amalia’nın onu hala çok sevdiğini de görür.
Franz kılık değiştirenin kim olduğunu tahmin edince, Karl şatodan kaçar ve kulede yerde sürünen en sevdiği oğlunu tanımayan, ölü sandığı babasıyla tesadüfen karşılaşır. Karl şatoya hücum etmek ve nefret ettiği kardeşini yakalamak için kızgın bir şekilde çete arkadaşlarına haber salar. Fakat son anda kendi kendini öldürmesi için onu bırakır. Haydutlar Amalia’yı alırlar ve Karl’a getirirler. Karl çetenin elebaşı olarak tanınmaktan dolayı ümitsizliğe düşer. Bu durum babasını hayal kırıklığına uğratır. Hatta Amalia da korkmuştur fakat aşkı bu durumu es geçmesine neden olur. Çete arkadaşlarına ettiği yemin yüzünden Karl’ın Amalia’ya geri dönmesi mümkün değildir. Ama Amalia onsuz yaşamak istemez ve Karl’dan kendisini öldürmesini ister. Karl onun son isteğini yerine getirir ve bıçakla onu öldürür, ardından adalete teslim olmaya karar verir.
Eserin ilk sergilenişi 13 Ocak 1782’de Mannheim Ulusal Tiyatrosu’nda gerçekleşmiştir. Halkın ilgisi çok büyük olur. Feodal sisteme açık bir şekilde yapılan eleştiri sebebiyle bir yıl önceki basım halkta büyük bir heyecan uyandırmıştı. Tiyatro müdürü ve yönetmen Wolfgang Heribert von Dilbert bu nedenle eserdeki müstehcen ve olay yaratacak kısımları 300 yıl önceki zamana aktarma yöntemini kullanarak törpüleyip silmek istemiştir. Ancak August Wilhelm Iffland Franz Moor karakterini çağdaş kıyafetlerle canlandırır. Gala büyük bir skandal yaratır. Schiller’in kendisi galayı gizli bir isim kullanarak eleştirir. Yazarı, kendisini ve hatta zayıflığını kınar.
İspanya veliahtı Don Karlos, beş bölümden oluşan dramatik bir şiirdir. Friedrich Schiller bu dramı 1783 ile 1787 yılları arasında kaleme almıştır. Dram, sorunun özüne inmeden politik-toplumsal çatışmayı -17. yüzyılda Hollanda eyaletinin İspanya’yla bağımsızlıkları için savaşmaları- ve Kral II. Philipp’in umutlarına karşı yapılan samimi toplumsal entrikaları işlemektedir.
Aranjuez yazlık köşklerinde uzun zaman sonra Don Karlos ve onun gençlik arkadaşı Marquis von Posa yeniden karşılaşırlar. Posa Brüksel’den yeni gelmiştir ve bu arada Hollanda eyaletinde milletvekilliği yapmaktadır. Posa’nın tek amacı, Karlos’u kandırarak farklı mezheplerde olan Protestan yerli Hollandalıların ve Katolikliğe bağlanan İspanyolların yaşadığı huzursuz eyalete, Flandra’ya gitmektir. Prens, arkadaşına babası Kral Philipp’in şimdiki eşi olan, kendisinin eski nişanlısı Elisabeth de Valois’i sevdiğini ümitsizce anlatır. Posa bundan dolayı Karlos ve Kraliçe için bir buluşma tertip eder, devamında Karlos üvey annesine aşkını anlatır. Elisabeth yine de bu durumu reddeder ve kendisine olan sevgisi yerine vatana sevgiyle bağlı kalması için onu yüreklendirir.
Madrid’e geri döndüğünde Karlos Kral’dan valilik için ricada bulunur; fakat Kral Philipp veliahta sır vermez, yumuşak sesle konuşur ve eski kabadayı asker Dük Alba’yı yeğlediğini söyler. Karlos Prenses Eboli’den bir aşk mektubu alır, mektubun Kraliçe’den olduğunu düşünür. Büyük bir sevinçle sarayın uzak kabinesine gider, orada yine de Eboli’yi, bütün bu yanlış anlamanın odağındaki kişiyi bulur. Karlos Eboli’den aldığı bir mektupta Kral Philipp’in Eboli’yi metres yapacağını öğrenir. Bu görüşme esnasında Eboli, Karlos’un onu sevgili olarak değil de arkadaş olarak gördüğünü fark eder. Karlos kendisinin gelecekte Kral olacağına dair bir mektup alır. Bu arada Eboli’ye, çeşitli yönlerden akıl verenler, onu, krala gidip Karlos’un kraliçeye olan aşkını ifşa etmesi için ikna ederek, kraliçeyi zor durumda bırakacak belgeleri çalması için zorlarlar.
Karlos, Posa’ya kendi talihsizliğini ve Kral’ın vefasızlığını haber verir. Posa, Prensin Kralın Eboli’ye mektubunu Kraliçe’ye göstermesine engel olur, daha önceki idealleri ve siyasi hedefleri için onu uyarır.
Alba Kral’a, Kraliçe ve Karlos arasındaki buluşmayı ifşa ettikten ve Domingo Prenses Eboli’nin günah çıkarma sırasında açığa vurduğu gibi veliahdın, Kralın oğlu olmadığı söylentilerini haber verdikten sonra, karısı tarafından aldatıldığını öğrenen ve zaten güvensiz olan Philipp karısı ve oğlunu öldürtmek ister. İçindeki korkak duygular yüzünden, samimi arkadaşını hatırlar, ardından cesur Marquis von Posa’yı çağırma ve hizmetine alma düşüncesi aklına gelir. Sonra Posa, Kral’ın bu isteğini reddeder. Bariz bir şekilde insanlığı desteklediğini söyler ve Philipp’den İspanya cezaevini özgürlük korunağı haline getirmesini ister. Kral, Posa’nın cesareti ve samimiyetinden etkilenir, onu bakan ve en yakın danışmanı yapar. Her şeyden önce onu o anda güvenilir bir dost olarak görür. Ondan Karlos ve Kraliçe arasındaki ilişkiyi gözetlemesini ister. Posa yapmacık bir şekilde razı olur. Posa, Elisabeth’i ziyaret eder. Posa ve Elisabeth; Karlos’u Krala karşı isyana teşvik etmesini, gizlice Hollandalıların İspanyol boyunduruğundan kurtarması için Brüksel’e gitmesini kararlaştırırlar. Posa, Karlos’a Kraliçe tarafından yazılmış uygun bir mektup yollar ve mektup çantasını rica eder. Bu arada Kraliçe mektuplarının (Eboli tarafından) çalındığını ortaya çıkarır ve Kralla bunun üzerine kavga ederek onu suçlar. Marquis, Krala Karlos’un mektup çantasını teslim eder. Philipp, Prenses Eboli’nin mektubunu oğlunun mektupları arasında bulduğunda, kayıtsız şartsız yetkiyle donattığı Marquis’in isteklerini yerine getirir ve oğlu için tutuklama emri çıkartır. Graf Lerma bu durumu hemen Karlos’a bildirir. Karlos şaşkın bir şekilde hemen Prenses Eboli’nin, ona en son samimi olan kişinin yanına koşar. Posa orada onu tutuklar. Prenses, Kraliçe‘ye o an mektupları neden çaldığını itiraf eder. Posa planının başarısızlığa uğradığını fark eder. Gizlice yeni bir plan hazırlar ve kraliçeyi davet eder, kralın oğluna eski “özgür bir ülke kurma” yeminini hatırlar.
Marquis, Karlos’u hapishanede ziyaret eder ve Posa’ya hayatlarını tehlikeye sokacak mektupları Krala vermiş olmasının hata olduğunu söyler. Dük Alba gelir ve Karlos’u özgür bırakır; fakat Karlos, Alba’yı kovar; çünkü sadece Kral tarafından özgürlük hakkı verilir ve alınır. Posa, Karlos’a Eboli’nin ihanetini haber verir ve kendini arkadaşı için feda edeceği yeni planını açıklar. Kısa bir süre sonra bir silah sesi gelir ve Marquis can havliyle yere düşer. Kral Posa’nın ihaneti yüzünden hayal kırıklığına uğrar, oğlunun serbest bırakılmasını ister. Fakat oğlunu bu ölümden ötürü suçlar ve ona Marquis ile olan arkadaşlık ilişkisini anlatır. Bir hassa alayı memuru Karlos’u özgür görmek isteyen halkın isyan haberini bildirir. Lerma, veliahdı Brüksel’e kaçması için ikna eder. Engizisyon mahkemesi başkanı Kral’ın insani zayıflığını bir hata olarak görür ve oğlunun idam edilmesini ister. Bu arada dedesinin ruhu kılığına bürünür ve Kraliçe’nin odasına sızar. Orada Philipp onu engizisyon başkanına teslim eder.
Wilhelm Tell, Schiller’in tamamladığı son dramdır. 1804 yılında tamamlanmıştır.
Wilhelm Tell eseri 1803-1804 tarihlerinde Friedrich Schiller tarafından yazılmıştır ve 17 Mart 1804 tarihinde Weimar Saray Tiyatrosunda sahnelenmiştir.
Yazarın daha sonraları eşi olacak olan Charlotte von Lengefeld, daha 1789’da o zamanlarda Johannes von Müller’e “Geschichten schweizerischer Eidgenossenschaft” adlı kitabı iletmiş, böylece de Schiller’in Tell efsanesi ile karşılaşmasına vesile olmuştur. Goethe 1775-1797 yılları arasında İsviçre’nin iç kısımlarını 3 defa ziyaret eder ve 1797 yılının Ekim ayında “Küçük Kanton”u yeniden ziyaret edeceğini ve efsaneyle çok ilgilendiği bildirir (8 Ekim 1797 tarihli mektubunda).
(…)Vierwaldstätter gölü çevresi ve Wilhelm Tell’in ruhu onu büyüler. Goethe, Tschudi’den İsviçre Kroniğini alır; ardından İsviçre’nin kurtuluş marşını epik olarak yeniden düzenler; ama sonradan bu konunun üstüne gitmez. 1803’ten 1804’e kadar Williem Tell eserinin 5 perdesi yazılır. İlk 4 perdede Tschudi’nin kroniğinin ayrıntılarına sadık kalır Schiller. İsviçre’ye hayatında hiç gitmemesine rağmen, oranın görülmeye değer yerlerini tarih bilgisinden dolayı iyi bir biçimde yazmıştır. Schiller bir canlandırmasında İsviçre’nin iç kısımlarındaki yerlilerin, Habsburglu valinin zalim ve zorba yönetimine karşı kişisel ve ortak özgürlük savaşını tasavvur eder. Bir sahnede doğal masum haliyle başrol oyuncusunun, zorbanın ölümünden sonra bir daha geri dönemeyişi gösterilir. Oyunun başında Tell sezgili bir biçimde ele alınırken ve suskun hareketlerde bulunurken, beşinci ve son perdede olayları bütünsel olarak algılayan bir kişilik psikolojisindeymiş gibi davranır; ancak 19. Yüzyılda Tell’in sergilediği bu psikolojik sahne ya gösterilmezdi ya da sıkı bir şekilde sansürlenip kısaltılırdı. Ludwig Börne döneminde çok fazla ilgi gören Schiller, özgürlüğün dışavurumunu sorunlu bir biçimde ifade eder. Başkahraman eserin kilit sahnesinde bu Börne yorumuna göre elma yerine okla doğrudan derebeyini hedef alarak bir şehitlik ölümü göze alabilirdi; bu görüş, tam da Napolyon sonrası Avrupa’nın ruh haline uygun düşmektedir.
Nazi Almanyası’nda bu oyun, sonraları Nazi propagandasında kullanılır. Propaganda Bakanı Goebbels ilk yıllarda bu esere “Liderin Draması” der ve sık sık oyun sahnelenir. Başrol Tell’i Werner Stauffacher ideal bir lider rolünde canlandırır. Tell ile ilgili birçok yazı kitaplarda bulunabilir. Naziler için çok değerli olan bu eserin 3 Haziran 1941’de Hitler’in talimatıyla yasaklanması da çok dramatik bir durum olmuştur. 1941 yılında İsviçre Konfederasyonunun 650. kuruluş yıldönümü kutlanır. O zamanlar Schiller’in “Wilhelm Tell” eserine çok fazla karşılaştırmalar yapılır. Böylece Altdorf’daki Tell oyunu taraftarları 1 Ağustos’ta Rütli’de diktatör olan derebeyine karşı yemin sahnesini sergilerler.
“Hile ve Aşk” Schiller’in yazdığı, 5 perdeden oluşan, ilk defa 13 Nisan 1784 yılında sahnelenen dramdır. Bu dram, soylu bir aileden gelen Ferdinand von Walter ve orta sınıftan bir müzisyenin kızı Luise Millerin’in samimi aşkının hain entrikalar sonucu sonlanmasını konu edinir.
İlk ismi “Luise Millerin” olan eser tiyatrocu August Wilhelm Iffland’ın önerisiyle sonradan “Hile ve Aşk” ismiyle ünlenir. Bu eser Alman Dramının en büyük klasiği niteliğindedir ve okullarda edebiyat derslerinde öğretilir. 1848 yılında Giuseppe Verdi tarafından “Luisa Miller” isminde bestelenir, opera haline ise Napolili Salvatore Cammarano tarafından getirilir.
1784 yılında Schiller “Tiyatro sahnesinin etik bir kurum olarak incelenmesi” teorisini yayımlar. Bu makalenin ana düşüncesi; trajediyi bir yazınsal tür olarak tanrıcılığın bir dışavurum aracı olarak tasvir etmektir. Tiyatronun göreviyse; dünyanın düzenini, büyük adaleti sahnede sanki tanrı yapmış gibi göstermeye çalışmaktır. Bu adalet “Hile ve Aşk”ta görülebilir. Bu eserin sonunda dünyevi adaletin yerine tanrının adaleti getirecek son merci olduğu gösterilir. Schiller tiyatronun bir diğer işlevinde ise bu eğitim misyonunda izleyicinin bütün hislerinde durulaşma etkisini (bkz. Aristoteles Poetica’sında Katarsis) uyandırmak, eğitimle onları bir kalıba sokmak ve “tiyatro sahnesi”ni “ahlâki bir kurum” haline getirmek olarak görür. Fakat en anlamlı görevi özgürlük ve zorunluluk arasındaki ara roldür. Topluma karşı bireysel savaş, ahlâki ve dinî şiddet, sahnede fikir halini alır ve insanlar bunları içselleştirir.
Bu eser Fırtına ve Coşku (Sturm und Drang) döneminin bir parçası sayılır. Bireysel ilgi ve şiddete karşı özgürlük arayışı gibi öznel duygular figürler için kuvvetli güdülerdir ve en sonunda bir felakete sürüklenirler.
Charlotte von Wolzogen’e olan aşkı yüzünden, Schiller kendisini asalet ve burjuvazi arasındaki büyük uçurumda bulur. “Hile ve Aşk” Schiller’in üçüncü dramıdır. 1782 yılının Eylül ayında Württembergli Dük Karl Eugen’in egemenliğinden Mannheim’a kaçar. Dük “Haydutlar” eserinin gösterimi için oradan kaçmış olan Schiller’i gözaltına almak ister ve bundan sonra da yazı yasmasının yasaklanması için uğraşır. Tanıklık ettiği ve bir nevi kurbanı olduğu adaletsizlik ve prenslerin yaşamını “Hile ve Aşk” eserinde ortaya koymuştur.
Alman Prenslik Sarayında Asil unvanı alan Binbaşı Ferdinand; müzisyen Miller’in kızı Luise ile sonu ölümle biten çatışmada bir aşk yaşar. Fakat Ferdinand’ın babası ve yaşlı Miller bu ilişkiyi reddederler.
Başkan von Walter bu ilişkinin yerine, Ferdinand’ı dükün metresi, Lady Milford’la evlendirmeye çalışır, böylelikle sarayın etkisini de daha da artırabilecektir; fakat Ferdinand bu plana karşı isyan eder, söz dinlemez ve Luise’le kaçmak için onu ikna etmeye çalışır. Amacına ulaşmak adına, Başkan ve sekreteri Wurm (solucan) haince bir entrikaya başvururlar. Luise’nin ailesi sebepsiz yere tutuklanır. Luise’ye, ancak saray mareşali von Kalb’e yazacağı bir aşk mektubuyla ailesinin ölümden kurtulabileceği söylenir. Üstelik tanrıya bir ant içmesi gerekir. Bu mektup Ferdindand’ın eline geçer ve kıskançlık gibi kindar duygular uyanmaya başlar. Luise Ferdinand’a olan aşkının saflığını göstermek ve yemini bozmak için intihar etmek ister. Babası ahlâki ve dinsel baskılarla bu düşüncesini uygulamaması için onu ikna eder. Böylece Ferdinand’ın suçlaması karşısında suskun kalır. Öfke ve ümitsizlikten körleşen Ferdinand kendini ve Luise’yi zehirler. Ölüm anında Luise suskunluk yemininden sıyrılmış olduğundan Ferdinand’a bütün hileli entrikayı açıklar, onu bağışlayarak kollarında ölür. Ferdinand ise son anında babasına elini uzatır, babası ise bu hamleyi, oğlu Ferdinand’ın kendisini bağışladığı yönünde yorumlar.
Bir bölümde, asalet ve burjuvazi arasında gidip gelen Lady Milford Luise’nin Ferdinand’a olan saf ve büyük aşkıyla karşı karşıya gelir. Ferdinand’a olan aşkına rağmen evlilik planlarından vazgeçer ve kendi dünyasına umutlu bir şekilde geri döner.
Orijinal kaynak: friedrich schiller. Creative Commons Atıf-BenzerPaylaşım Lisansı ile paylaşılmıştır.
Ne Demek sitesindeki bilgiler kullanıcılar vasıtasıyla veya otomatik oluşturulmuştur. Buradaki bilgilerin doğru olduğu garanti edilmez. Düzeltilmesi gereken bilgi olduğunu düşünüyorsanız bizimle iletişime geçiniz. Her türlü görüş, destek ve önerileriniz için iletisim@nedemek.page